Kahpelerle Mücadele Derneği

Kurum veya kuruluşla hiçbir alakası yoktur. Kendisi sadece ironik ve alaycı genç bir hanımımızın blogudur.


Topkapı Sarayı

Uzun bir süredir çalışmak ve sosyalleşmek dışında bir şey yapmadığım için eskilerden başlama kararı aldım. 2020 Yılında İstanbul’a gittiğim zaman yağmurlu havada gezmek için resmen çocuk gibi tepinip herkesi birbirine kattığım o Topkapı Saray’ını hatırladığım kadarıyla anlatacağım.

Dediğim gibi herkesi birbirine kattığım ve Kadıköy’e gitmemiz için vapur dışında seçeneğimiz olmadığından dolayı sefer saatlerine bakarak olabildiğince hızlı bir şekilde bütün sarayı yalnız gezmeye çalıştığım için biraz değişik bir tur oldu. Öncelikle şöyle söyleyeyim hiç pişman değilim. Yine olsa yine yapardım çünkü benim gibi Atatürkçü birinin bile o dönemde yaşayasını getirten bir saraydı. Hepsini gezemedim tabii ama gezdiğim yerlerden başlayayım. Zaten bir kısmı tadilattaydı.

İlk olarak girişte Topkapı Sarayı’nın maketi vardı. Bütün bir gün bitmeyeceğini o maketten zaten anladım ve koşarak kim nereye gidiyorsa oraya gittim.

Matbah-i Amire (Saray Mutfakları Koğuşları): Yanlış hatırlamıyorsam o dönem kullanılan mutfak gereçleri vardı ki mutfağı anlattığım için bu gayet normal. İçerisi çok karanlık olduğu ve haklı olarak ışıklandırma loş olduğu için üstüne de dışarıda yağmur yağdığı için tüm gerginliğimle içeriye daldım. Kazanlar vardı ve dizilerde görünenlerden çok daha büyüktü. Ocaklar taş ocaklardı ve yüksekliğine bakılacak olursa o dönemin insanları bizlerden daha irilermiş. Daha sonra sofraya koyulan çatal, bıçak, bardak tarzı gereçlerin olduğu yerleri gezdim. Buraları pek hatırlamıyorum ama çok hoş estetik çiçekli dönemin devletlerinden hediye şeyler de vardı diye hatırlıyorum.

Kilar-ı Amire (Kiler): Burası daha da ışık görmeyen sadece lambalarla aydınlatılan bir alandı ve diğerlerine göre bir tık daha insanı tedirgin ediciydi. Herkesi bilemem ama ben bu kadar güzel, ihtişamlı ve ferah bir yapı sahip olup bu kadar insanın içine daral getiren bir yer daha görmedim. Ama yine de güzeldi. Neyse kiler bölümünde koltuk büyüklüğünde sandıklar ve büyük toprak kuplar vardı. Aldığım nota göre; ambar, erzak sandığı ve martaban kup denilen yiyecek saklama gereçleriymiş. Şu günlerde limonata konulan çeşmeli cam sebillerin 1 metre kadar uzunlukta olanları ve üzerine çok güzel motifler işlenmiş hallerinden bir yığın vardı. Çeşit çeşit şu çini motiflerine benzeyen çeşit çeşit renkli ve desenli kaplar vardı. Dünyanın tüm devletlerinin en vahşi dönemlerinde sanatın bu denli zarif olabilmesi ayrı şaşırdığım bir durum. Günümüzde sözde insanlar daha medeni ama şu estetiği ve şu zarafeti hiçbir sanat dalında bulamazsınız. Sonlara doğru teraziler falan vardı.

Farklı bir bölümde o dönem kurulan sofra örnekleri yine o dönemden olduğunu düşündüğüm işlemeli örtülerle birlikte sergileniyordu.

En son bütün kaşık çatalların olduğu kısmı gezdim. Şu ankilerden daha estetik bir yığın ibrikler, bakraçlar, tabak, çatal ve kaşık vardı ama estetik olmasına rağmen asla rüküş bir gösterişi yoktu.

Ardından koşarak başka bir yere gittim ve itiraf ediyorum eski çektiğim fotoğraflardan bakıp hatırlamaya çalışarak yazdığım ve buranın neresi olduğunu çekmediğim için tahminen sarayın kütüphanesine gitmişim. Yani bence kütüphaneydi. Rahle ve kitap rafları vardı. Her yer altın işlemeydi. Sonra tahtın olduğu bir yere gitmişim ama oda desen oda değil ama yatak kısmı var ve yanında taht var. Kalkar kalkmaz tahta mı oturuyorlardı çözemedim. Cidden home office çalışmak padişah olsan bile zor ya. Düşünsene sabah kalkıyorsun ve tuvalete giriyorsun biri gelip totona su döküyor, sonra biri gelip siliyor, en son biri gelip giydiriyor falan. Hani insana toton bile hükümetinmiş hissi uyandırmıyor değil. Hiç benlik değil. Adam bir seferde özgür. Açıkçası ben de olsam Kanuni gibi saraya girmezdim. Adama hak verdim şu an. (Bu benzetmeyi birinden duydum sanki yani şöyle bir tekrar okuyunca kulağıma hiç yabancı gelmedi.) Kısaca tahtın yanında yatak var ve burasının ne olduğunu anlayamadım.

Has Bahçe olduğunu tahmin ettiğim çok hoş bir yere çıktım. Yani Has Bahçe denizi görüyorsa gezdiğim yer evet Has Bahçeydi. Yemyeşil ve direk denizi görüyorsun. Harika bir manzaraydı. Sarayın en çok sevdiğim ve en iç açan kısmıydı.

Sonra Divanı mı gezdim yoksa misafir ağırlanan kısmı mı gezdim yine bilgilendirme kısmını çekmediğim için bilemiyorum. Zaten bir kısım camla kapalıydı ve içeri kimse alınmıyordu ama içeride duvardan duvara yer döşekleri vardı. Sonra lisedeki tarih hocamın giderseniz mutlaka bakın dediği kuşlar için yağmur suyu toplayan kısma baktım. En tatlı bulduğum kısım burasıydı. Minik kuşları bile düşünmüşler.

En son tüm inadımla koşarak hareme girdim. İlk kısımda cariyelerin yattığı yataklar olan kısım vardı ama ben gezerken boştu ve tadilat olduğu için yakından bakamadım. Ardından aşağılarda olan bir kısım vardı böyle merdivenli ve hamam veya banyo tarzı yerler vardı işte tam oralarda üzerime on öküz ağırlığı çöktüğü için duvardaki çiçek işlemelerine bile tam detaylı bakamadan hızlıca bakıp tüm telaşımı dışarıya ayan beyan belli ederek sora sora kendimi inşaat halinde olan bir kısımdan dışarıya attım. Bu arda çiçek işlemeler çok hoştu. İnce ince içilmiş zarif pembe çiçekler vardı.

Gezdim mi gezdim yani neyse çıkışı da yine sorarak buldum. 1’inci ve 4’üncü avlu arasında biraz mekik dokudum ama çıkışı da buldum ve çıktım. Vapura da yetiştik. Boşu boşuna gerilim yarattılar.

Bu arada girişte tadilatta olan yerlerin olduğunu ve oralara ziyaretçi alınmadığını söylemişlerdi. Böyle yani n’apayım lise müfredatımla gezdim. Güzeldi. İyi yaptım.

Yorum bırakın